1 Ekim 2025
Yazan: Vivian
Keşke Doğa Hiç Ölmese
Ekim dallarındaki yaprakları silkeledi ve içine çektiği nefesi gökyüzüne üfledi. “Saçların çok güzel olmuş,” dedi incecik bir ses.
Küçük bir çocuk Ekim’e hayranlıkla bakıyordu. Ekim’in nefesi kesildi. Şaşırmış bir hâlde karşısındaki küçük bedene baktı.
“Beni görebiliyor musun?”
Çocuk bilmiş bilmiş sırıttı. “Ben her şeyi görürüm.” dedi ama bir anda yüzü düştü. “Ne oldu?” diye sordu Ekim.
“Herkeste garip bir mutsuzluk var. Ben aslında okulların açılmasına çok sevinmiştim ama sonra annemin de babamın da sürekli kavga ettiğini gördüm. Kışın masraflarımız artacakmış…”
Bu küçük çocuk için, anne ve babası herkes demekti. Ekim’in kanı ısınmıştı bu minik bedene, onu güldürebilmek için yüzüne kudretli nefesinden üfledi, yapraklarını üzerine serpti. Çocuk ellerini kaldırıp zıplamaya, şen kahkahalar atmaya başladı.
“Bu kadar eğlencelisin… Neden şikâyetçiler anlamıyorum!” dedi çocuk kahkahalarının arasında. Bu sorunun ardından Ekim kederli bir iç çekti.
“İnsanlara görmeyi istemedikleri şeyi gösteriyorum.”
Bilge ve yankılı sesi çocuğun içini gıdıkladı. Arkasından esen rüzgâr onu bir ağacın köküne oturttu. Bir sokak köpeği yanına uzanıp çocuğun kucağına başını koydu.
“Neyi gösteriyorsun?” diye sordu çocuk büyük bir merakla. Bir yandan da koca köpeğin başını severken.
“Yaklaşan sonu,” diye cevapladı Ekim kederli ses tonuyla. Çocuk belli ki anlamamıştı. Kaşlarını çattı, başını yukarı kaldırıp ağaç dallarının arasından sızan gün batımına baktı.
“Neyin sonu?”
Ekim büyük bir kahkaha attığında ağaç kökleri de Ekim’in kahkahasıyla sallandı. Çocuk oturduğu yerde zıpladı. Yerinden edilmiş hisseden koca köpek ikiliye sırtını döndü ve yarı tepkili haliyle onlardan uzağa yattı.
Çocuk Ekim’in neyle bu kadar eğlendiğini anlamamıştı ama halinden de memnundu.
“Siz küçük insanlar gerçekten de her şeyden bihabersiniz,” dedi Ekim gülüşmesine devam ederken. Bunu söyler söylemez çocuğun kaşları tekrar çatıldı. Dizlerini kendine çekip başını gömdü.
“Ama öğretmenim bana, bilmemek değil öğrenmemek ayıp dedi!”
Ekim onu duymazlıktan gelerek, “Her şeyin sonu,” dedi. “Yaşamakta olan her şeyin sonu. Duyguların sonu, anıların sonu, insanların sonu, ben tüm bunların habercisiyim. Hatırlatmak için buradayım.”
Çocuk konuşmaların birazını anladı birazını anlamadı. Ayağa kalktı. Köpeğin başını okşadı. Düşünceli olduğu belliydi.
“Son derken ölüm gibi mi?” diye sordu çocuk. Ekim çocuğun hareketlerini tarttı. Bilgece bir edayla tüm duruşlarını izledi. Çocuğun hakikati ne derece anlayabileceğine karar verdi.
“Senin dünyanda, ben ölümün hatırlatıcısıyım. İnsanlar bu yüzden benden hoşlanmaz. Hoşlananlarsa bu çıplak gerçeğin ve hakikatin kendisine sarılmış olanlardır,” dedi ve fısıltıyla ekledi, “…ya da çok aptal olanlar.”
“Ben ölümü biliyorum. Üzücü bir şeyi neden hatırlatıyorsun ki? Bilseydim ben de sevmezdim seni!” dediğinde sitemkâr hali devam etti. Kollarını kavuşturdu ve yüzünü astı.
“Son yazılana kadar, hikâyenin değeri bilinemez,” diye cevapladı Ekim. Gitmek üzereydi. Çocuk henüz hakikati anlayacak kadar büyümemişti, pek çok yetişkin gibi. Ancak Ekim’in kutsal hisleri bu çocuğun kendi hikâyesinde aydınlatacağı hakikatleri görüyordu. Bu yüzden ona elinden geleni yapmıştı çünkü küçük insanın yazgısında aydınlık vardı.
Ekim gitmeden önce minik çocuğa kutsal bir kucak bahşetti. Çocuk burnunu çekti. “Keşke doğa hiç ölmese, o beni dövmüyor,” dedi hıçkırarak. Ekim’e veda etmek istemiyordu ama Ekim’in büyük bir görevi vardı. Önemli işleri vardı.
Koşarken bir ağaç dalına takıldı ve boylu boyunca yere kapaklandı. Üstelik burnunun üstüne düşmüş, elleriyle kendine durduramamış, burnundan kanlar akmasına sebep olmuştu.
Bir kadın koşarak gelip çocuğu kaldırdı. Bedenini sarsarken bağırdı. “Kaç defa söyledim sana dikkatli olmanı!”
Düştüğü için ağlamayan çocuk bu tavırlar karşısında gözlerinde biriken yaşları bıraktı.
“Düş önüme!” dedi kadın ve gözden kayboldular.
